1912 Balkan Savaşı yıllarında Batı Trakya Türkleri Bulgarların korkunç vahşetiyle karşılaştılar. İnsanlar dövüldü, malları ya ma edildi, kadınların ırzına geçildi v.s. Bir çok bölgede toplu katliamlar yapıldı. Bu katliamların en korkuncu Durasanlar (Neda) köyünde yaşandı.
1912ıli yıllarda Bulgar komitacıları Osmanlııdan adeta intikam alma tavrı içindeydiler. Soygunlar, dövülmeler ve insan kaçırmalar hep bu dönemde yapılıyordu. Kısacası, Batı Trakya Türkleri tarihlerinde görülmedik bir barbarlıkla karşı karşıya diler. O yıllarda bu bölge Tanef adında bir komitacının idaresi altındaydı. Herşey ondan soruluyordu. Bulgarlar Batı Trakyaıyı işgal ettiklerinde yüz civarında çeteciyi de beraberlerinde getirmişlerdi. Osmanlı döneminde, bölgede yaşayan Türk köy a alarına çobanlık ve hizmetçilik yapan Bulgarlar da çetecilere katılınca, sayıları bir hayli artmıştı. Bu çobanlar; soygunlara, cinayetlere ve insan kaçırma olaylarına öncülük etmek ve de zengin Türkleri belirlemek amacıyla çetecilere katılmışlardı. Karatepe, Dedea aç, Serez, Kavaklıdere, Kozlukebir ve Şapçı katliamları hep bu çoban bulgarların öncülü ünde yapılmıştır. Bunlar, yanlarında çalıştıkları köy a alarını, köy muhtarlarını tespit ediyor, daha sonra da di er çetecilerle birlikte baskınlar düzenliyorlardı. Bu baskınlarda, önce insanların paraları ve kıymetli eşyaları gasp ediliyor ve daha sonra da köy dışına çıkarılarak şehit edilyorlardı. Kaybıköyıün muhtarı (Dr. Necati Sütçüo luınun büyük babası) hizmetçisi aracılı ıyla köy dışında bir derede vahşice şehit edilmiştir. Işıklar, Aşa ıköy, Kurcalı, Kozlukebir, Domruköy, Bekirköy ve Payamlarıda da buna benzer cinayetler işlenmiştir, etrafa dehşet ve korku salınmıştı. Hiçbir suçu olmayan Türk halkının yaşadı ı bu kritik kara günler, Süleyman Askeri Beyıin komutasındaki Türk çetecilerin bölgeye hakim olmasına ve Batı Trakyaıda Muvakkat Türk Cumhuriyetiınin kurulmasına kadar süregelmiştir.
Durasanlarıda Salih A aının yanında Sıçanlık köyünden Yuvan adlı bir hizmetçi vardı. Gözleri ve kaşları sarı oldu u için köyde kendisine SARI YUVAN derlerdi. A asının yanında yıllarca yemiş, içmiş ve hoş vakit geçirmişti. Güzel bir hayatı vardı. Savaş çıkınca köyden kayboldu. Başka Bulgarların kışkırtmasıyla Bulgar komitacılarına yazıldı. Savaş nedeniyle işler birden de işmiş, nankörler kendini bir bir göstermeye başlamıştı.
1912 yılının so uk bir Ocak ayı. Her taraf karlarla kaplı. Bir gece, hava iyice karardıktan sonra, bir manga askerle, sayıları yirmi kadar çeteci köyü kuşattılar. Önce köyün misafir odasını ve mektebi işgal ettiler. Bu işleri yürüten ise, Tanefıin yardımcılarından Petkof, Sarı Yuvanıın köyünden, Sıçanlık Bulgarlarındandı. Türkçeyi gayet iyi konuşuyordu. Çevredeki Türk a alarının ekme iyle yo rulmuş olmasına ra men, savaş çıkınca birden bire de işivermiş ve nankör kesilmişti. Kışkırtılan düşmanlık duyguları onu, Türkıü bo ma, yok etme (!) gibi sapık düşüncelere sürüklemişti.
Köyün oturma odası büyük ve genişti. Önce odun getirterek oca ı yaktırdı. Asker elbiseli biriyle, on beş kadar sivil kıyafetli silahlı komitacı oturdular ve karar aldılar:
1- Sarı Yuvanıın öncülü üyle köyün önde gelen, zengin sayılan kişileri zorla soyulacak, tutuklanarak mektebe getirilip kapanacak. Daha sonra da tutuklular askerler tarafından köyün dışına götürülecek ve süngülenecek.
2- Tutukluların aile, kız ve gelinlerinden güzel olanlar, tekrar kapılarına gidilip gene zorla alınacak, köy odasına getirilecek ve orada soyundurulup ırzlarına geçilecek !
Alınan iki karar da acımasız ve korkunçtu. Zaten insanlık, acıma, uygarlık gibi kavramlar, bölgedeki Türk halkına karşı (Bulgar komtacıları için) anlamsız kavramlardı. Onların tek amacı vardı: Ne yapıp edip Türkleri sindirmek ve yok etmekti. Bunu yaparlarken Avrupalıların duymamasına da özen gösterilirdi.
Kararların uygulanmasına hemen başlandı. Daha önceden ise, köy muhtarına gelerek, köyde ızarar-ziyanı yazacaklarını belirtmişler ve köy halkının misafir odasında toplanmalarını istemişlerdi. Köyde uyanık olan kişiler durumu anlamış ve kaçmışlardı. Sarı Yuvan önde, bir grup silahlı köye da ıldılar. Önce belli başlı evleri soydular. Para, saat mücevher gibi de erli eşyaları aldılar. Karşı gelenleri dipçikle vurdular. Dövdüler. Sonra köyün ileri geleni sayılan 17 kişiyi tutuklatıp okula getirdiler. Bunların içinde Kara Murat, Dikme Hasan, Muhtar Salih A a, Nezir Mehmet gibi kişiler vardı. Cani Petkof orada bekliyordu. Askerlerden on kadarını ça ırttı. Emirler vererek süngü taktırttı. Tutukluların karanlıkta kaçmamaları için önlemler aldırttı. Böylece köyün dışına çıkarıldılar. Karanlıkta süngülenerek şehit edildiler.
Sıra ikinci kararın uygulanmasına gelmişti. Sarı Yuvanıın öncülü ünde bir grup tekrar köye da ıldı. Zorla, dipçikle, dayakla 18-20 kadar türk kadını evlerinden alındı. Do ruca köy odasına getirildiler. Gaz lâmbasının ışı ı altında Petkof, hepsini bir sıraya oturttu. Bir kumandan edası takınarak:
- Şimdi hepiniz soyunacaksınız ! Bakın, arkadaşlar sizi bekliyor. Hem de anadan do ma olacaksınız ! dedi.
Bunu duyan hanımlar, korku, dehşet içnde birbirlerine baktılar. Kendi yakınları dışında, kimsenin yanına başörtüsüz bile çıkmayan, dinlerine, geleneklerine sımsıkı ba lı, tertemiz aile evlatları bu korkunç emre nasıl uyarlardı ? İçlerinden bir iki titrek ses yükseldi:
- Yapmayın, bizi bırakın, Allahıtan korkun !
Merhametten yoksun, vicdansız azılı katil kükredi:
- Şimdi biz Allahıız ! Bizi kızdırmayın.
Kınından kasaturayı çıkararak:
- Soyunmazsanız bununla sizi parça parça edece im ! Haydi hemen soyunun, daha duruyor musunuz ? diye ba ırdı.
Kadınların içinde Fındıcaklı Hayriye adında, 20-25 yaşlarında, balık etinde, genç, güzel bir hanım vardı. Komşu Fındıcak köyünden buraya gelin gelmişti. Bu gece buraya, kuca ında beş altı aylık bebe iyle getirilmişti. Petkof ona işaret ederek:
- Sen buraya, ortaya gel ve soyun, diye ba ırdı.
Kadın, oldu u yerde kuca ında uyuyan bebe ine sarılarak:
- Gelmem, diye yanıt verdi.
Bunun üzerine Petkof, iyice hiddetlendi, setleşti. Çılgın bir öfkeyle, elinde kasatura Hayriyeıye do ru yürüdü. Kuca ındaki bebe i zorla çekti aldı, ocakta yanmakta olan ateşin içine attı. Çocuk yanmaya başladı. Kadınlar dehşetler içinde, a lamaya, ba rışmaya başladılar. Petkof dışarıda bekleyen eşkiyalara seslendi. Kasaturalar hazır, içeriye girdiler. Bu kez Hayriyeınin yanına gitti. Onu sürükleyerek odanın ortasına getirdi. Çantasından bir ustıra çıkararak, di er eşkiyanın da yardımıyla, giysilerini kesti, parça parça etti ve vücudunu çırıl çıplak soydu. Hayriye, kendinden geçmiş, bayılmıştı. Di er kadınlar da, korkunç manzara karşısında donup kalmışlardı. Petkof:
- Kim soyunmazsa, biliniz ki, hepinizi parça parça edece iz, diye bir nara attı.
Kadınlar, korkudan yarı baygın durumdaydılar. Kasatura ve süngü tehditi ile elbiseleri kesilerek soyuldular. Komutanın emriyle dışarıdan daha bir sürü çeteci içeriye girdi ve aç kurtlar gibi kadınlara saldırdılar; ırzlarına tecavüz ettiler.
Sabah olmuş, caniler defolup gitmişlerdi. Bu felâket gecesini yaşamış olan kadınlardan ço u, daha sonraları hastalanmış, dertlenmişti. Bir bölümü de kahrından ölmüştü.
Daha sonraları da, Köylüler, toplanarak, 18 kişinin yakılıp öldürüldü ü evi satın almışlar ve 1977 tarihli mezar taşını dikmişlerdi. (Yanan evin yeri bir hristiyana satılmıştı.) Şimdi bu alanda, şehitler, serviler altında yatmaktadırlar.
Petkofıa gelince. Bu cani ve canavar kılıklı kişi, daha sonraları Türklerin Sıçanlıkıı istilâsında ele geçirilmiş, Tanefıten direktif aldı ını itiraf etmiş ve hemen oracıkta idam edilmiştir.
Not: Yukarıdaki yazının büyük bir kısmı, YERLİ imzasıyla 1992 (Sayı 27). yılında Şafak Dergisinde yayınlanmıştır. Ayrıca, bu yazının özeti 1912 ( Sayı 53,54) yılında Donanma Mecmuasııda kısaca haber olarak yayınlanmıştır. (Yerliınin notu)